Yeni Kanser İlacı Dato-DXd, Zorlu Meme Kanserleri Üzerinde Umut Vaat Ediyor: Faz I Denemesi Başarılı

Fred Hutchinson Kanser Merkezi’nde yapılan araştırma, ağızdaki yaygın bir mikroorganizma olan Fusobacterium nucleatum’un özel bir alt türünün, kolorektal kanser tümörlerine yerleşebildiğini ve bu tümörlerde büyüyebildiğini ortaya koydu. Bu mikroorganizma, hastalığın ilerlemesini hızlandırıyor ve kanser tedavisinden sonra hastaların sonuçlarını olumsuz etkiliyor. Araştırmacılar, 200 hastadan alınan tümör örneklerinde yaptıkları incelemelerde, tümör dokusunda bu bakterinin belirli bir alt tipinin (Fna C2) sağlıklı dokuya kıyasla önemli ölçüde arttığını tespit ettiler.

Ayrıca, araştırmacılar bu mikrobun kolorektal kanser hastalarının dışkı örneklerinde sağlıklı bireylere kıyasla daha yüksek seviyelerde bulunduğunu keşfettiler. Bu, mikroorganizmanın, kolorektal kanser gelişimi ve ilerlemesi ile güçlü bir bağlantısı olduğunu göstermektedir.

Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, kolorektal kanser tümörlerinde baskın olan Fusobacterium nucleatum grubunun, tek bir alt tür olmadığı, aslında “klad” olarak adlandırılan iki ayrı hattan oluştuğudur. Bu keşif, bakteriyel suşların genetik farklılıklarını ayırt ederek, tümörlerin içinde ve ağız boşluğundaki göreli bollukları arasında büyük farklar olduğunu göstermiştir. Bu iki klad arasında 195 genetik fark bulunmuştur.

Bunlar, Fna C2’nin ağızdan mideye, oradan da alt gastrointestinal trakta seyahat edebileceğini ve mide asidine direnebileceğini gösteren özgün genetik özellikler kazandığını düşündürmektedir. Fna C2 alt tipinin, sadece kolorektal tümör dokusunda değil, aynı zamanda kanser büyümesinden sorumlu olduğu anlaşılmıştır.

Bu bulgular, özellikle agresif kolorektal kanser riski daha yüksek olan kişiler için, bu mikroorganizma alt grubunu hedef alan terapötik yaklaşımlar ve erken tarama yöntemleri geliştirme potansiyeli taşımaktadır. Araştırma aynı zamanda, bakteriyel suşların modifiye edilmiş versiyonlarını kullanarak tedavileri doğrudan tümörlere ulaştırmayı amaçlayan mikrobiyal hücresel terapilere yönelik önemli fırsatlar sunduğunu göstermektedir.